Balina avcılığının, yelkenli teknelerle
yapılmış olduğu dönemleri de unutmamak gerekir.
Bizlere o günleri en iyi anlatan, ABD’li
yazar ‘Herman Melville’in 1851 de
tamamladığı ‘Moby Dick’ romanıdır.
İki kez beyazperdeye aktarılan bu romanda
yazar, ‘Kaptan Ahab’ın geçmişinde, ayağını koparıp, onu topal bırakan beyaz bir
balinadan intikam almak için, O’nu yedi denizde kovalarken, gemisi yaşanan
hayatı müthiş bir güzellikte anlatır. ‘Gregory Peck’in olağan üstü oyunu ile
sinema klasikleri arasına giren Moby Dick filminde tüm bu yaşanılanları izleme
fırsatını da yakalamış oluyoruz.
Balina avcılığında kullanılan gemilerin,
mallarını limanlara ulaştırma gibi problemleri yoktur. Bu gemiler uzun süre
denizlerde, balina peşinde seyir ederler.
Ayrıca balina yağını eritebilmek için
ocaklara ve kazanlara ihtiyaçları vardır. Bununla birlikte eritebilmek için
kullanacakları odunu, kömürü de beraberlerinde taşıyacaklarından geniş ve
hantal gemiler olarak inşa edilirler. Ayrıca ambarlarında, balina yağını
istiflemek için kullandıkları yüzlerce fıçının da yerleştirileceği bölümler
olması da şarttır.
Bu taraz gemilerin bordaları,
yakaladıkları balinaların zarar vermemesi için son derece sağlam yapılırdı. Her
gemide, boyutlarına göre 4 veya 6 adet balinacı sandalı mataforalara asılı,
neta edilmiş, her an indirilmeye hazır şekilde dururdu. Bu sandallar son derece
dar ve uzun olup, dört adet küreğinde birer kişi, kıç tarafında, kürek
biçimindeki yan dümeni ayakta kullanan bir dümenci ve baş tarafta da, uzun bir
halatın ucuna bağlı zıpkını kullanacak olan zıpkıncı yer alırdı.
Genellikle güney denizlerinde,
Antarktika’ya yakın, soğuk sularda av peşinde koşan bu gemilerin direklerindeki
gözcüler ise balinayı ilk bulana verilen para ödülünü kapabilmek için bütün
dikkatleri ile uzaktaki balinaların başlarının üzerinden fışkıracak su
fıskiyelerini görmeye çalışırlardı. Aslında bu bir su sütunu değil, memeli bir
hayvan olan balinanın, aynı yunuslar gibi, başlarının üzerindeki nefes
borusundan soluk alırken, soğuk bölgelerde çıkardıkları sıcak nefesin
buharlanması idi.
Gözcünü
verdiği komut ile balina sürüsüne doğru ilerleyen gemi, belirli bir mesafeye
ulaşınca, yelkenleri toplamadan eğlenir ve balina kayıklarının mataforalardan
mayna edilmesi (filikaların indirilmesi), beklerdi. Anında suya indirilen
filikaların, alesta(hazır) bekleyen mürettebatı palangalardan (halat ve
makaranın bulunduğu sistem) kayarak sandala binerler, çala kürek veya rüzgar
uygunsa bir Latin yelken açarak sessizce balinaya doğru seyir ederdi.
O an için
her saniye önemlidir. Balinalara doğru çılgın bir filika yarışı başlamıştır.
Kürekçiler tüm güçleri ile küreklere asılırken, arkadaki ayakta hem dümen
palasını(tekneye yön verir) kullanır, hem de bir taraftan kürekçilere tempo
verir. Bu ekibin en önemli adamı zıpkıncıdır. Her gün özenle bilediği zıpkınını
kullanma zamanı gelmiştir. Balinaya ilk zıpkını saplayan ekip ona sahip olur.
Önlerinde, nefes almak için aralıklarla su yüzeyine çıkan bu muhteşem hayvanın
dev kuyruğu, her seferinde suları iterek hıza yol almasını sağlar. Balinaya
arkadan yetişen zıpkıncı, zıpkınını saplamak için doğru zamanı bekler. Balina
arkadan gelenleri fark ederse, ya derinlere dalar, ya da hızlanıp uzaklaşır.
Artık ona yetişebilmek imkansızdır. İşte bu kritik anda zıpkıncının tecrübesi
ortaya çıkar. Saplayacağı yer çok önemlidir. Son derece kalın yağ tabakasına
sahip olan bu hayvanın, ciğerlerine kadar zıpkın girmezse bu dev hayvana hiçbir
şey olmaz. Ama şayet zıpkın yerini bulmuş ise, macera başlıyor demektir.
Ciğerlerinden yaralanan balina bir anda inanılmaz bir hızla öne doğru fırlar.
Tabii, vücuduna saplanmış zıpkının ucundaki halatı da çekerek yol alır. İşte o
anda filikadakiler sepetin içine düzgünce roda(düzenli koyulmuş) edilmiş
halatı, baş taraftaki kalın ağaç babaya volta(sarmak, bağlamak) ederler ve
çılgınca akıp giden halatın ağacı yakmaması için kovayla devamlı su dökerler.
Bu işler birkaç saniyede olur. En küçük bir hata, felakete yol açar. Halatın
yavaş, yavaş kasılması ile filika yaklaşık 18-20 mil süratle balinanın peşinden
sörf yapmaya başlar. Söylenenlere göre, bu iş zamanın en heyecanlı yaşantısı
imiş. Kürekçiler ve zıpkıncı, kafası üzerine dikilip, hiçbir teknenin yapamayacağı
bir hızla denizi yaran filikanın içine sinerler. Dümenci gene ayakta, 100 metre
kadar önlerinde hızla kaçan dev hayvandan akan kanların izlerini sürerek,
altında müthiş süratten titreyen tekneyi dengede tutmaya çalışır. Bu çılgın
gidişin ne kadar süreceğini kimse bilmez. En korkulan durum da, balinanın
birden derinlere kaçmasıdır. Biraz önce, denizin üzerinde çılgınca yol alan
filika, kendini dev hayvanın dalarken, suda
aynaların
ortasında hareketsiz bulu verir. Deniz sakinleşmiştir. Şimdi ise, korkulu bir
bekleyiş başlamıştır. Zıpkının halatı, usulce boşlanır. Kürekler yuvalarına
oturtulup, çekmeye hazır hale getirilir. Şayet balina, yakınlarında bir yerde
birden su yüzeyine çıkarsa ki bu çok olmuştur, bir kuyruk darbesi ile filikayı
ve içindekileri darmadağın eder. Birçok balina avcısı bu şekilde hayatını
kaybetmiştir. Normal şartlarda, artık gücü tükenen hayvan deniz yüzeyine çıkıp
küçük bir ada gibi cansız yüzer. Bu olayları takip eden balina gemisi, ava
yanaşıp, yelkenlerini mayna eder. Artık zorlu bir iş başlamıştır. Dibe doğru
kayıp gitmemesi için sıkıca bordaya bağlanan koca hayvanın üzerine çıkan
gemiciler, kullandıkları uzun saplı, yuvarlak keskin bıçaklarla, neredeyse
30cm. kalınlığındaki yağ tabakasını, boyuna doğru yarmaya başlar. Kesilen
parçanın bir ucu, gemiden sarkıtılan palangadaki kancaya bağlanarak yukarı
çekilir. Bu arada, balinanın üzerindeki gemici, elindeki keskin bıçakla yağı
etten ayırmaya çalışır. Böylelikle, sıyrılan koca yağ parçaları uzunlamasına
güverteye yatırılır. Burada daha küçük parçalara bölünen yağlar, devamlı
kaynayan kazanlara atılarak eritilir ve fıçılara doldurulur.
Kaşalot
tipi balinaların kafalarında ‘İspermeçet’
denilen, aydınlatmada kullanılan çok kıymetli bir yağ çıkarılır. Midelerinde ve
bağırsaklarında oluşan keselerden elde edilen ‘Misk-i Amber’ adındaki madde,
Dünya’nın en güzel kokusu olarak bilinir.
Gezegenimizin
bu en büyük canlısı, Mavi Balina, ne gariptir ki, yine gezegenimizin en küçük
canlıları olan planktonlarla beslenir. Devasa ağzına doldurduğu planktonları,
sayıları bine yaklaşan ince, uzun dişleri arasında süzerek yutar. İşte bu
dişler, bir zamanlar gömlek yakalarını dik tutmaya yarayan ‘Balen’ler haline getirilirdi.
Dünyanın en
zor ve en pis işlerinden biri olan Balina avcılığı, sağladığı maddi olanaklar
bakımından her zaman revaçta idi. Güney denizlerinde, balina avcılarının üs
olarak kullandıkları adacıklar vardı. Buralara gelen, daha yollu yelkenli
gemiler, fıçılardaki işlenmiş yağları ve etleri alarak, Avrupa ve Amerika’ya
doğru yola çıkarlardı.
Zaman geçip
makinalı gemiler, yelkenlilerin yerini alınca, balina avcılığı usulleri kökten
değişti. Artık, arka tarafları tamamen açık, devasa fabrika gemileri, yakalanan
balinaları kuyruklarından bağlayıp, kıç taraflarındaki rampadan içeri çekerken,
anında parçalayıp, işlem yapabilmektedir. Etrafındaki, son derece yollu av
gemileri ise, topla atılan patlamalı zıpkınlar kullanırlar. 60’lı yıllara kadar
değişik zamanlarda, İstanbul Boğazı’ndan Sovyet Rusya’nın balina gemileri
geçerdi. Bu filoda, bir fabrika ana gemisi ve 12 adet avcı gemisi bulunurdu. Avcı
gemilerinin, son derece yüksek ve öne eğimli baş üstlerinde toplar yer alır,
kıç taraftaki kaptan köprüsüne buradan bir pasarella uzanırdı. Günümüzde,
birçok ülkede balina avcılığı kontrollü yapılmasına karşın, ne yazık ki en
büyük tüketici olan Japonya, hala buna karşı çıkmaktadır. Artık bazı balina
türleri yok olmakla karşı, karşıyadır.
Balina
Gemileri’nin en meşhurlarından biri, 1841 yılında denize indirilen ‘Charles W. Morgan’ adlı, 32,30 m.
boyunda, 8.23, m. genişliğinde, 351 tonluk, üç direkli yelkenlidir. 1859
yılında Pennsylvania’da petrol bulunması ile balina yağına olan ihtiyacın
azalması ve avcılığın artık makineli gemilerle yapılması, yelkenli balina
gemilerinin sonu oldu. 1021 yılında son yolculuğunu yapan Charles W. Morgan,
Günümüzde New England’da müze gemisi olarak durmaktadır.
Charles W. Morgan
Okyanusların kucağındaki ırklar balinaları et ve
yağlarından ötürü avlamışlardır tarih boyunca. Teknolojisi neredeyse
balinaların gücüne eşit olan insanoğlu için bu koca memelileri avlamak tam bir
ölüm-kalım savaşıydı (nitekim sadece avlanma sırasında yaşanan zorlukları değil
aynı zamanda gıdalarının büyük bir bölümünü balina avcılığına dayandırmış Grönland sakinleri için ayrı bir ölüm-kalım
meselesi taşımaktaydı bu olay); tam da bu nedenle ihtiyacın yanında bir ritüele
de dönüşmüştü bu avcılık. Doğal olarak zamanın şartlarına bakarak o zamanlarda
yapılan avcılığın ne balinaların var olmalarına bir engeli vardı ne de ekolojik
sisteme bir zararı.
20. yüzyılda, gelişen teknoloji ve gemileriyle
insanoğlu, artık her şeyin bir endüstriye dönüştüğü bu yıllarda, balina
avcılığını da, avlanan balina sayısını da çok ilerilere götürmeyi başardılar. Sadece
1930’lu yıllarda 50 bin balinanın öldürüldüğü tespit edilmiştir. Dolayısıyla
yazımızda ilk defa avlanmak fiilinin yerini alan öldürmek fiili, konu hakkında
kimsenin kılını kıpırdatmamasıyla zaman içerisinde tam bir katliama dönüştü.
1986 yılında, kuruluşu 40 yıl önceye
dayanan İnternational Whaling
Commission ortalıkta avlanacak balinanın kalmaması nedeniyle almış ve "ticari" balina avcılığına
yasak getirilmiştir.
Bu yasağa kimse karşı çıkamayacak durumdaydı
çünkü gerçekten vahim bir tablo söz konusuydu. Ama yine de "gelecek bir
gün gelecek" mantığıyla Norveç ve Japonya anlaşmanın altına imzalarını
koymamışlar; yani ne evet ne de hayır demişlerdir.
Zaten yasakta, birkaç sene sonra kaldırılmıştır
çünkü Japonya ve Norveç balıkçıları balina katliamına devam ediyorlardı, diğer
ülkelerde yarıştan geri kalmak istemiyordu. Bu yüzden kaldırılan yasağın yerine
bazı sınırlamalar getirilmiştir.
Sonuç nedir? 1986 yılında çıkarılan uluslararası
koruma yasasını Japonya, Norveç, İzlanda, Endonezya (hatta bu ülkenin
balıkçıları daha yeni tekniklerle daha çok balina avlasın diye 3 yıl boyunca Norveç
hükümeti tarafından eğitilmişlerdir), Grönland hiçbir neden göstermeden kabul
etmemişler, Faroe adaları balina avcılığının kültürlerinin en önemli
öğelerinden biri olduğu için karşı çıkmış, Kanada ise 1982 de (yani 86
yasasından önce) IWC'den çıktığı için önemsememiştir. Zaten geriye de balina
avcılığı yapan iki ülke kalmaktadır, sadece bu iki ülke yasağa riayet etmiş, yasağın
kalkmasından sonra gelen sınırlamalara da uymuşlardır. Bu ülkelerde bu
kapitalist sistem içerisinde yıllar sonra gerçekten kayda değer bir şeyler yapan
ABD ve Rusya'dır.
Artık günümüzde, balina avcılığı yoktur;
katliamı vardır. Çünkü sayıları gün geçtikçe azalan bu hayvanların yağı artık
neredeyse hiçbir yerde kullanılmamaktadır. Tüm dünya açık bir şekilde biliyor
ki balina eti yemediği için halkı ölecek bir ülke yoktur. Bu etten mahrum
kalmanın insanoğluna verebileceği hiçbir zarar yoktur. Üstelik avlanması yasak
da değildir. IWC her ülkeye bir kota getirmiştir. Bu kota balinaların
çeşitliliği ve sayılarının sürdürülebilir olmasını kıstas alarak konulmuştur. Ama
örgütün yaptırım gücü yoktur ve balina katliamı dünyada devam etmektedir. Yani
inatla devam eden bu avcılığın tek nedeni lükstür. Tek nedeni amaçsızca tüketme
hırsıdır. Tek nedeni aptallaşmış, kendi kazancı uğruna gözleri kör olmuş sistem
insanıdır. Japonya, Faroe adalarından ilhamla balina avcılığının kendileri için
de bir kültür olduğunu iddia ediyor. O kültür tüm o yüzyıllar boyunca yılda
belki 100-200 balinayı zar zor avlayabiliyorken ve bu sayıyla var
olabiliyorken, günümüzde Japon balıkçıları binlerce balinayı öldürmektedir. Bunun
kültürle ne alakası vardır?
Norveç dünyanın en zengin, en huzurlu, en rahat,
en demokratik ülkeler sıralamasında birinci gelir hep. Bu başarıyı balina
katliamında da (aslında tüm o diğer birinciliklerine ters olmasına karşın)
kimseye bırakmıyorlar. Norveç, fütursuzca balina öldürmek konusunda dünya
birincisi. Ve buna hiç ihtiyaçları yok.
Japonya dünyanın 2. büyük ekonomisi. Balina
katliamında da ikinciliği kimselere bırakmıyorlar; oysa buna hiç ihtiyaçları
yok. Belki de içleri rahattır; arkasına saklandıkları kültürlerini ileride
avlayacak balina kalmadığında Sony gibi şirketlerinin yardımıyla
simülasyonlarda devam ettirebilirler.
Balinaların neslinin tükenmesinin ardından,
denizlerdeki ekolojik sistem hızla bozulacak ve ekolojik zincir dediğimiz şey
okyanuslardan yanı başımıza kadar felaketleri getirecek. Balinaların yok olması
demek, Karadeniz’de bile hiç hamsinin kalmaması anlamına geliyor.
SON
OLARAK SİZİNLE BİR BELGESEL PAYLAŞMAZSAM HATRIM KALIR İYİ SEYİRLER DİLİYORUM…
Balina Avcılığı Belgeseli: https://www.dailymotion.com/video/x1rui2f
TAKİP EDİP YORUM YAPARSANIZ SEVİNİRİM SAĞLIKLA KALIN :)
İNSTAGRAM SAYFAM https://www.instagram.com/denizlerdendenizlere/
Yorumlar
Yorum Gönder