E-mail Adresinizi Giriniz

Ana içeriğe atla

Kaptan James Cook Avustralya'nın Keşfi

Kaptan James Cook ve onun ünlü gemisi Endeavour hakkında bir yazı. Büyük Okyanus'u adım adım keşfederek yeni ülkelerin doğmasına neden ünlü kaşifin yeni toprakları bulma ve isimlendirme süreci oldukça ilgi çekici. İngiltere Kraliyet Donanması'nın en genç kaptanlarından birisi olan Cook, kısa zamanda usta bir denizci olduğunu kanıtlamıştı. Endeavour, Tahiti'nin geride kalmasından bir ayı aşkın bir süre sonra küt pruvasını Pasifiğin dalgaları üzerinden aşırıyordu. Dört bir yanında dünyanın en büyük ıssızlığı uzanıyordu. Geminin aradığı aslında, 100 yıldan uzun bir süre önce Abel Tasman isimli bir Hollandalının bir haritaya attığı bir çizikten ibaretti. Eylül 1769 sonlarında, Cook'un mürettebatı umut verici işaretler görmeye başladı. Sular daha açık renkteydi ve daha sığ görünüyordu; üstünde yosunlar yüzüyordu ve midyelerle kaplı odun parçaları vardı. James Cook'un rom motivasyonu Cook gündüz vakti karayı gören ilk adamına bir galon, gece görene de iki gal

BALİNA AVCILIĞI TARİHİ


Balina avcılığının, yelkenli teknelerle yapılmış olduğu dönemleri de unutmamak gerekir.

Bizlere o günleri en iyi anlatan, ABD’li yazar ‘Herman Melville’in 1851 de tamamladığı ‘Moby Dick’ romanıdır.

İki kez beyazperdeye aktarılan bu romanda yazar, ‘Kaptan Ahab’ın geçmişinde, ayağını koparıp, onu topal bırakan beyaz bir balinadan intikam almak için, O’nu yedi denizde kovalarken, gemisi yaşanan hayatı müthiş bir güzellikte anlatır. ‘Gregory Peck’in olağan üstü oyunu ile sinema klasikleri arasına giren Moby Dick filminde tüm bu yaşanılanları izleme fırsatını da yakalamış oluyoruz.

Balina avcılığında kullanılan gemilerin, mallarını limanlara ulaştırma gibi problemleri yoktur. Bu gemiler uzun süre denizlerde, balina peşinde seyir ederler.

Ayrıca balina yağını eritebilmek için ocaklara ve kazanlara ihtiyaçları vardır. Bununla birlikte eritebilmek için kullanacakları odunu, kömürü de beraberlerinde taşıyacaklarından geniş ve hantal gemiler olarak inşa edilirler. Ayrıca ambarlarında, balina yağını istiflemek için kullandıkları yüzlerce fıçının da yerleştirileceği bölümler olması da şarttır.

Bu taraz gemilerin bordaları, yakaladıkları balinaların zarar vermemesi için son derece sağlam yapılırdı. Her gemide, boyutlarına göre 4 veya 6 adet balinacı sandalı mataforalara asılı, neta edilmiş, her an indirilmeye hazır şekilde dururdu. Bu sandallar son derece dar ve uzun olup, dört adet küreğinde birer kişi, kıç tarafında, kürek biçimindeki yan dümeni ayakta kullanan bir dümenci ve baş tarafta da, uzun bir halatın ucuna bağlı zıpkını kullanacak olan zıpkıncı yer alırdı.

Genellikle güney denizlerinde, Antarktika’ya yakın, soğuk sularda av peşinde koşan bu gemilerin direklerindeki gözcüler ise balinayı ilk bulana verilen para ödülünü kapabilmek için bütün dikkatleri ile uzaktaki balinaların başlarının üzerinden fışkıracak su fıskiyelerini görmeye çalışırlardı. Aslında bu bir su sütunu değil, memeli bir hayvan olan balinanın, aynı yunuslar gibi, başlarının üzerindeki nefes borusundan soluk alırken, soğuk bölgelerde çıkardıkları sıcak nefesin buharlanması idi.

Gözcünü verdiği komut ile balina sürüsüne doğru ilerleyen gemi, belirli bir mesafeye ulaşınca, yelkenleri toplamadan eğlenir ve balina kayıklarının mataforalardan mayna edilmesi (filikaların indirilmesi), beklerdi. Anında suya indirilen filikaların, alesta(hazır) bekleyen mürettebatı palangalardan (halat ve makaranın bulunduğu sistem) kayarak sandala binerler, çala kürek veya rüzgar uygunsa bir Latin yelken açarak sessizce balinaya doğru seyir ederdi.

O an için her saniye önemlidir. Balinalara doğru çılgın bir filika yarışı başlamıştır. Kürekçiler tüm güçleri ile küreklere asılırken, arkadaki ayakta hem dümen palasını(tekneye yön verir) kullanır, hem de bir taraftan kürekçilere tempo verir. Bu ekibin en önemli adamı zıpkıncıdır. Her gün özenle bilediği zıpkınını kullanma zamanı gelmiştir. Balinaya ilk zıpkını saplayan ekip ona sahip olur. Önlerinde, nefes almak için aralıklarla su yüzeyine çıkan bu muhteşem hayvanın dev kuyruğu, her seferinde suları iterek hıza yol almasını sağlar. Balinaya arkadan yetişen zıpkıncı, zıpkınını saplamak için doğru zamanı bekler. Balina arkadan gelenleri fark ederse, ya derinlere dalar, ya da hızlanıp uzaklaşır. Artık ona yetişebilmek imkansızdır. İşte bu kritik anda zıpkıncının tecrübesi ortaya çıkar. Saplayacağı yer çok önemlidir. Son derece kalın yağ tabakasına sahip olan bu hayvanın, ciğerlerine kadar zıpkın girmezse bu dev hayvana hiçbir şey olmaz. Ama şayet zıpkın yerini bulmuş ise, macera başlıyor demektir. Ciğerlerinden yaralanan balina bir anda inanılmaz bir hızla öne doğru fırlar. Tabii, vücuduna saplanmış zıpkının ucundaki halatı da çekerek yol alır. İşte o anda filikadakiler sepetin içine düzgünce roda(düzenli koyulmuş) edilmiş halatı, baş taraftaki kalın ağaç babaya volta(sarmak, bağlamak) ederler ve çılgınca akıp giden halatın ağacı yakmaması için kovayla devamlı su dökerler. Bu işler birkaç saniyede olur. En küçük bir hata, felakete yol açar. Halatın yavaş, yavaş kasılması ile filika yaklaşık 18-20 mil süratle balinanın peşinden sörf yapmaya başlar. Söylenenlere göre, bu iş zamanın en heyecanlı yaşantısı imiş. Kürekçiler ve zıpkıncı, kafası üzerine dikilip, hiçbir teknenin yapamayacağı bir hızla denizi yaran filikanın içine sinerler. Dümenci gene ayakta, 100 metre kadar önlerinde hızla kaçan dev hayvandan akan kanların izlerini sürerek, altında müthiş süratten titreyen tekneyi dengede tutmaya çalışır. Bu çılgın gidişin ne kadar süreceğini kimse bilmez. En korkulan durum da, balinanın birden derinlere kaçmasıdır. Biraz önce, denizin üzerinde çılgınca yol alan filika, kendini dev hayvanın dalarken, suda

aynaların ortasında hareketsiz bulu verir. Deniz sakinleşmiştir. Şimdi ise, korkulu bir bekleyiş başlamıştır. Zıpkının halatı, usulce boşlanır. Kürekler yuvalarına oturtulup, çekmeye hazır hale getirilir. Şayet balina, yakınlarında bir yerde birden su yüzeyine çıkarsa ki bu çok olmuştur, bir kuyruk darbesi ile filikayı ve içindekileri darmadağın eder. Birçok balina avcısı bu şekilde hayatını kaybetmiştir. Normal şartlarda, artık gücü tükenen hayvan deniz yüzeyine çıkıp küçük bir ada gibi cansız yüzer. Bu olayları takip eden balina gemisi, ava yanaşıp, yelkenlerini mayna eder. Artık zorlu bir iş başlamıştır. Dibe doğru kayıp gitmemesi için sıkıca bordaya bağlanan koca hayvanın üzerine çıkan gemiciler, kullandıkları uzun saplı, yuvarlak keskin bıçaklarla, neredeyse 30cm. kalınlığındaki yağ tabakasını, boyuna doğru yarmaya başlar. Kesilen parçanın bir ucu, gemiden sarkıtılan palangadaki kancaya bağlanarak yukarı çekilir. Bu arada, balinanın üzerindeki gemici, elindeki keskin bıçakla yağı etten ayırmaya çalışır. Böylelikle, sıyrılan koca yağ parçaları uzunlamasına güverteye yatırılır. Burada daha küçük parçalara bölünen yağlar, devamlı kaynayan kazanlara atılarak eritilir ve fıçılara doldurulur.

Kaşalot tipi balinaların kafalarında ‘İspermeçet’ denilen, aydınlatmada kullanılan çok kıymetli bir yağ çıkarılır. Midelerinde ve bağırsaklarında oluşan keselerden elde edilen ‘Misk-i Amber’ adındaki madde, Dünya’nın en güzel kokusu olarak bilinir.

Gezegenimizin bu en büyük canlısı, Mavi Balina, ne gariptir ki, yine gezegenimizin en küçük canlıları olan planktonlarla beslenir. Devasa ağzına doldurduğu planktonları, sayıları bine yaklaşan ince, uzun dişleri arasında süzerek yutar. İşte bu dişler, bir zamanlar gömlek yakalarını dik tutmaya yarayan ‘Balen’ler haline getirilirdi.

Dünyanın en zor ve en pis işlerinden biri olan Balina avcılığı, sağladığı maddi olanaklar bakımından her zaman revaçta idi. Güney denizlerinde, balina avcılarının üs olarak kullandıkları adacıklar vardı. Buralara gelen, daha yollu yelkenli gemiler, fıçılardaki işlenmiş yağları ve etleri alarak, Avrupa ve Amerika’ya doğru yola çıkarlardı.

Zaman geçip makinalı gemiler, yelkenlilerin yerini alınca, balina avcılığı usulleri kökten değişti. Artık, arka tarafları tamamen açık, devasa fabrika gemileri, yakalanan balinaları kuyruklarından bağlayıp, kıç taraflarındaki rampadan içeri çekerken, anında parçalayıp, işlem yapabilmektedir. Etrafındaki, son derece yollu av gemileri ise, topla atılan patlamalı zıpkınlar kullanırlar. 60’lı yıllara kadar değişik zamanlarda, İstanbul Boğazı’ndan Sovyet Rusya’nın balina gemileri geçerdi. Bu filoda, bir fabrika ana gemisi ve 12 adet avcı gemisi bulunurdu. Avcı gemilerinin, son derece yüksek ve öne eğimli baş üstlerinde toplar yer alır, kıç taraftaki kaptan köprüsüne buradan bir pasarella uzanırdı. Günümüzde, birçok ülkede balina avcılığı kontrollü yapılmasına karşın, ne yazık ki en büyük tüketici olan Japonya, hala buna karşı çıkmaktadır. Artık bazı balina türleri yok olmakla karşı, karşıyadır.

Balina Gemileri’nin en meşhurlarından biri, 1841 yılında denize indirilen ‘Charles W. Morgan’ adlı, 32,30 m. boyunda, 8.23, m. genişliğinde, 351 tonluk, üç direkli yelkenlidir. 1859 yılında Pennsylvania’da petrol bulunması ile balina yağına olan ihtiyacın azalması ve avcılığın artık makineli gemilerle yapılması, yelkenli balina gemilerinin sonu oldu. 1021 yılında son yolculuğunu yapan Charles W. Morgan, Günümüzde New England’da müze gemisi olarak durmaktadır.

                                                           Charles W. Morgan 

Okyanusların kucağındaki ırklar balinaları et ve yağlarından ötürü avlamışlardır tarih boyunca. Teknolojisi neredeyse balinaların gücüne eşit olan insanoğlu için bu koca memelileri avlamak tam bir ölüm-kalım savaşıydı (nitekim sadece avlanma sırasında yaşanan zorlukları değil aynı zamanda gıdalarının büyük bir bölümünü balina avcılığına dayandırmış Grönland sakinleri için ayrı bir ölüm-kalım meselesi taşımaktaydı bu olay); tam da bu nedenle ihtiyacın yanında bir ritüele de dönüşmüştü bu avcılık. Doğal olarak zamanın şartlarına bakarak o zamanlarda yapılan avcılığın ne balinaların var olmalarına bir engeli vardı ne de ekolojik sisteme bir zararı.

20. yüzyılda, gelişen teknoloji ve gemileriyle insanoğlu, artık her şeyin bir endüstriye dönüştüğü bu yıllarda, balina avcılığını da, avlanan balina sayısını da çok ilerilere götürmeyi başardılar. Sadece 1930’lu yıllarda 50 bin balinanın öldürüldüğü tespit edilmiştir. Dolayısıyla yazımızda ilk defa avlanmak fiilinin yerini alan öldürmek fiili, konu hakkında kimsenin kılını kıpırdatmamasıyla zaman içerisinde tam bir katliama dönüştü.

1986 yılında, kuruluşu 40 yıl önceye dayanan İnternational Whaling Commission ortalıkta avlanacak balinanın kalmaması nedeniyle almış ve "ticari" balina avcılığına yasak getirilmiştir.

Bu yasağa kimse karşı çıkamayacak durumdaydı çünkü gerçekten vahim bir tablo söz konusuydu. Ama yine de "gelecek bir gün gelecek" mantığıyla Norveç ve Japonya anlaşmanın altına imzalarını koymamışlar; yani ne evet ne de hayır demişlerdir.

Zaten yasakta, birkaç sene sonra kaldırılmıştır çünkü Japonya ve Norveç balıkçıları balina katliamına devam ediyorlardı, diğer ülkelerde yarıştan geri kalmak istemiyordu. Bu yüzden kaldırılan yasağın yerine bazı sınırlamalar getirilmiştir.

Sonuç nedir? 1986 yılında çıkarılan uluslararası koruma yasasını Japonya, Norveç, İzlanda, Endonezya (hatta bu ülkenin balıkçıları daha yeni tekniklerle daha çok balina avlasın diye 3 yıl boyunca Norveç hükümeti tarafından eğitilmişlerdir), Grönland hiçbir neden göstermeden kabul etmemişler, Faroe adaları balina avcılığının kültürlerinin en önemli öğelerinden biri olduğu için karşı çıkmış, Kanada ise 1982 de (yani 86 yasasından önce) IWC'den çıktığı için önemsememiştir. Zaten geriye de balina avcılığı yapan iki ülke kalmaktadır, sadece bu iki ülke yasağa riayet etmiş, yasağın kalkmasından sonra gelen sınırlamalara da uymuşlardır. Bu ülkelerde bu kapitalist sistem içerisinde yıllar sonra gerçekten kayda değer bir şeyler yapan ABD ve Rusya'dır.

Artık günümüzde, balina avcılığı yoktur; katliamı vardır. Çünkü sayıları gün geçtikçe azalan bu hayvanların yağı artık neredeyse hiçbir yerde kullanılmamaktadır. Tüm dünya açık bir şekilde biliyor ki balina eti yemediği için halkı ölecek bir ülke yoktur. Bu etten mahrum kalmanın insanoğluna verebileceği hiçbir zarar yoktur. Üstelik avlanması yasak da değildir. IWC her ülkeye bir kota getirmiştir. Bu kota balinaların çeşitliliği ve sayılarının sürdürülebilir olmasını kıstas alarak konulmuştur. Ama örgütün yaptırım gücü yoktur ve balina katliamı dünyada devam etmektedir. Yani inatla devam eden bu avcılığın tek nedeni lükstür. Tek nedeni amaçsızca tüketme hırsıdır. Tek nedeni aptallaşmış, kendi kazancı uğruna gözleri kör olmuş sistem insanıdır. Japonya, Faroe adalarından ilhamla balina avcılığının kendileri için de bir kültür olduğunu iddia ediyor. O kültür tüm o yüzyıllar boyunca yılda belki 100-200 balinayı zar zor avlayabiliyorken ve bu sayıyla var olabiliyorken, günümüzde Japon balıkçıları binlerce balinayı öldürmektedir. Bunun kültürle ne alakası vardır?
Norveç dünyanın en zengin, en huzurlu, en rahat, en demokratik ülkeler sıralamasında birinci gelir hep. Bu başarıyı balina katliamında da (aslında tüm o diğer birinciliklerine ters olmasına karşın) kimseye bırakmıyorlar. Norveç, fütursuzca balina öldürmek konusunda dünya birincisi. Ve buna hiç ihtiyaçları yok.

Japonya dünyanın 2. büyük ekonomisi. Balina katliamında da ikinciliği kimselere bırakmıyorlar; oysa buna hiç ihtiyaçları yok. Belki de içleri rahattır; arkasına saklandıkları kültürlerini ileride avlayacak balina kalmadığında Sony gibi şirketlerinin yardımıyla simülasyonlarda devam ettirebilirler.

Balinaların neslinin tükenmesinin ardından, denizlerdeki ekolojik sistem hızla bozulacak ve ekolojik zincir dediğimiz şey okyanuslardan yanı başımıza kadar felaketleri getirecek. Balinaların yok olması demek, Karadeniz’de bile hiç hamsinin kalmaması anlamına geliyor.

SON OLARAK SİZİNLE BİR BELGESEL PAYLAŞMAZSAM HATRIM KALIR İYİ SEYİRLER DİLİYORUM…

Balina Avcılığı Belgeseli: https://www.dailymotion.com/video/x1rui2f 

TAKİP EDİP YORUM YAPARSANIZ SEVİNİRİM SAĞLIKLA KALIN :)

 İNSTAGRAM SAYFAM https://www.instagram.com/denizlerdendenizlere/

Yorumlar