E-mail Adresinizi Giriniz

Ana içeriğe atla

Kaptan James Cook Avustralya'nın Keşfi

Kaptan James Cook ve onun ünlü gemisi Endeavour hakkında bir yazı. Büyük Okyanus'u adım adım keşfederek yeni ülkelerin doğmasına neden ünlü kaşifin yeni toprakları bulma ve isimlendirme süreci oldukça ilgi çekici. İngiltere Kraliyet Donanması'nın en genç kaptanlarından birisi olan Cook, kısa zamanda usta bir denizci olduğunu kanıtlamıştı. Endeavour, Tahiti'nin geride kalmasından bir ayı aşkın bir süre sonra küt pruvasını Pasifiğin dalgaları üzerinden aşırıyordu. Dört bir yanında dünyanın en büyük ıssızlığı uzanıyordu. Geminin aradığı aslında, 100 yıldan uzun bir süre önce Abel Tasman isimli bir Hollandalının bir haritaya attığı bir çizikten ibaretti. Eylül 1769 sonlarında, Cook'un mürettebatı umut verici işaretler görmeye başladı. Sular daha açık renkteydi ve daha sığ görünüyordu; üstünde yosunlar yüzüyordu ve midyelerle kaplı odun parçaları vardı. James Cook'un rom motivasyonu Cook gündüz vakti karayı gören ilk adamına bir galon, gece görene de iki gal

İZMİR'İN KAYIKLARI

 

İzmir Körfezi’nde 17. yüzyıldan 1900’lü yıllara kadar kullanılan ve kentin simgesi haline gelen “İzmir’in Kayıkları” 



Peremeci, Osmanlı Dönemi'nden günümüze gelmiş bir meslek adıdır. Peremecilik Türkçe sözlüklerde "Pereme kullanan veya yapan kimse" olarak tanımlanmaktadır. Pereme ise "Gondola benzeyen bir kayık" olarak ifade edilmiştir. Osmanlı kayıtlarında bu kayıkların ismi pereme olarak geçmektedir. Pereme ve Peremeci ifadeleri hakkında henüz netlik kazanmamış tanımlamalar mevcuttur. Kelimenin aslının "pereme" mi yoksa "peremeci" mi olduğu tartışma konusudur. Çünkü bir kısım araştırmacı ve dil bilimcilere göre Peremeci, tanımda ifade edilen kayığı kullanan, yapan veya idare eden kişi değil, doğrudan bu kayığın kendisidir.

Naci Lûgati de ise, Pereme (Perama, Rumca) "iki kürekli yani bir çifteli ağır kayık" olarak ifade edilmiştir. 20. yüzyıl Larousse’un da ise "perame" kelimesinde iki yelkenli, Türk bayrağı taşıyan iri boy bir gemi resmi bulunmaktadır ve tarif olarak da "Bordası çok kavisli, ön ve kıç tarafları yüksek, yakın sahillerde işlemeğe mahsus bir Türk teknesi” yazmaktadır.

Rumcada ki "Pereme ya da Peremeci’nin ise "şeytan kadar/şeytan gibi korkunç" gibi bir ifadeye sahip olduğu söylenmektedir.

Bilinen haliyle Peremeci, Osmanlı Dönemi'nde İzmir'de inşa edilen ve genel olarak yük ve hayvan taşımacılığında kullanılan ve 13 metre boyunda olan bir taşıma aracıdır. Çok eskilere, Bizans dönemine kadar indiği tahmin ediliyor. (Eski vergi kayıtlarında bir de peremeciyan (peremeciler) sözü geçmektedir).

Osmanlı Bahriye Teşkilâtı'nın 17. Yüzyılda Tersâne-i Âmire adlı kitabında, “pereme-i esb-i Üsküdar” olarak ifade edilip şu şekilde tanımlanıyor.

“Peremeciler: İstanbul’da iskeleler arası nakliyatını temin eden vasıtalar pereme, kayık ve mavnalar olup işletmeleri peremeci, kayıkçı ve mavnacı esnafına ait idi"

Pereme veya Peremeci kelimesini tam olarak tanımlayan yetersiz kaynak olduğu için, bu konuda konuyla ilgili kitap ve yazılardan alıntılar yapılarak kelimenin tam anlamı tespit edilmeye çalışılmaktadır.

Perama aynı zamanda Yunanistan'da bir bölge adı olmakla birlikte, Yunanca veya Rumca kaynaklarda yanında Gondola benzer bir kayık illüstrasyonunun bulunması kelimenin bu dilde de eş anlamlı olabileceğini düşündürmektedir.

TARİHTE İZMİR KAYIKLARI
İzmir kayıkları, 1800’lü yıllarda İzmir Körfezi’nde, açıkta demirleyen gemiler ile iskeleler arasında yük ve yolcu taşıyan teknelerdir. Bu kayıklar, aynı zamanda denize kıyısı bulunan Karaburun, Çeşme, Foça gibi çevre ilçeler ve köyler ile yakın mesafe Ege adalarını deniz yoluyla İzmir’e bağlamışlardır. Yani günümüzdeki kamyonetlerin, otobüslerin işlevini görmüşlerdi. Kayıkta bir dümenciyle, bir ya da iki kürekçi bulunurdu. Bazı durumlarda üç kürekçi de olabilirdi. 12 metrekarelik yelkeni ve ince uzun yapısı sayesinde en uzak mesafelere bile kısa sürede giderlerdi.
Bu kayıkların hafif meşeden yapılmış omurgası vardı. Dış kaplamalarda akgürgen kullanılmıştı. Kayıkların yeşil ve beyaz boyanan gövdelerinin üzerine rengarenk çiçek motifleri işlenirdi.

Belki de bu çiçek desenleriyle kayıkçılar, karaya olan özlemlerini dile getirirlerdi. Kayıklara sepet, küfe, hurç, sandık gibi eşyalar yüklenir, yolcular kıç tarafa doğru her iki yanda bulunan oturaklara otururlardı. Uzak mesafelere giden kayıklarda birer su testisi ya da küpüyle maşrapa bulundurmak adettendi.
Yaz aylarında akşamları sıcaktan bunalan İzmirliler bu kayıklarla körfezin yakamozları arasında serinlemeye çıkarlardı.
İzmir kayıkçılar, İstanbul’daki meslektaşları gibi bir lonca düzeniyle çalışırlardı. Aksi taktirde kayıkçılar arasındaki düzen ve anlaşma sağlanamazdı. Kayıkçı esnafı arasında Rumlar önemli bir yer tutardı.

İzmir Denizciliği

Aslında bir ülkenin denizler ve limanlar üzerindeki egemenliğini kurmak ve sürdürmek asıl olarak o ülkenin ve halkının denizle, daha doğrusu suyla kurduğu iyi ilişkilerle mümkündür. 

Suyu sevmeyen, suyu aynen kara toprağa yaptığı güzellemelerdeki gibi sadık yâri olarak görmeyen, açıkçası sudan korkup kaçan bir halkın suyun bulunduğu yerlerde egemen olması, oraları koruyup kollaması mümkün olmayacaktır.

O nedenle su ve akarsular üzerinde ya da kıyısında yaptıkları spor, ulaşım, konaklama, yeme içme, tatil, üretim ve eğlence etkinlikleriyle öne çıkmayan birey ve kentlerin, sudan, denizlerden ve akarsulardan elde ettikleriyle yaşamlarını zenginleştirmeleri mümkün olmayacaktır.

Kısacası deniz ve akarsuların kullanımından kaynaklanan bir kültüre sahip olmadığımız sürece sular üzerinde bir etkimiz, egemenliğimiz de olmayacaktır.



İşte o nedenle yaşadığımız kent güzel bir körfezin etrafında kurulmuş olmakla birlikte, kentin merkezine kadar girmiş olan o suyu kullanarak eğlenmeyi, gezmeyi, bir yerlere gitmeyi, ondan yeterince yararlanmayı ve suyu yaşamımıza sokmayı beceremiyoruz.

Körfez içindeki vapur seferlerimiz o nedenle her geçen yıl azalıyor, deniz yoluyla bir yerlere gidenlerin sayısı artan kent nüfusuna oranla her yıl azalıyor, dere, çay ve nehirlerimize kanalizasyon muamelesi yaparak onları yüksek beton duvarlar içine alıyor, üstlerini kapatarak onları adeta unutmaya başlıyor, suyu büyük köprü ve tünellerle aşmaya çalışıyor, sahillerimizdeki kumsalların yerine taş döşeli setler oluşturarak insanlarımızı sudan uzaklaştırmaya çalışıyoruz. 



Evet, bir kent halkı olarak sudan korkuyor, sudan kaçıyor ve geçmişimizde suyla ilgili ne varsa hepsini birer birer bırakmaya ve unutmaya başlıyoruz…

Suyu sadece enerji üretilen, üstünden köprülerle geçilen ya da sadece yaz aylarında İzmir çevresindeki plajlara gittiğimizde içine girip yüzdüğümüz bir eğlence nesnesi olarak görüyor; o nedenle de çoğu kez bir deniz kentinde yaşadığımızı unutuyoruz.

Suyu ve suyla ilgili her şeyi bu şekilde sevmediğimiz, koruyup kollamadığımız, onu yaşamımıza katmadığımız sürece, bayramını kutlamış ya da kutlamayı unutmuş olsak da deniz, liman ve boğazlarımızı koruyup kollamamız, onlar üzerindeki egemenliğimizi sürdürmemiz ne yazık ki mümkün olmuyor, olamıyor…

 




 TAKİP EDİP YORUM YAPARSANIZ SEVİNİRİM SAĞLIKLA KALIN :)

  İNSTAGRAM SAYFAM https://www.instagram.com/denizlerdendenizlere/






Yorumlar