YELKEN
İnsanoğlunun ateşten ve tekerlekten
sonraki en büyük keşfi, doğanın büyük gücü rüzgardan faydalanarak araçları
hareket ettiren, günümüze kadar gelişimini sürdürmüş ve gelecekte de sürdürecek
olan yelkendir. Havada uçan balonu, denizdeki yelkenli gemiyi, buz üzerinde
kayan aracı, değirmeni çeviren kanatları hareket ettiren rüzgar, asırlar boyunca
insanlığa yardımcı olmuştur.
Medeniyetin gelişmesinde yelkenlilerin
rolü ilk sıralardadır.
Rüzgar gücünün etkisi ile şişip, ait
oldukları araçları bulundukları yerden uzaklara taşımaya yarayan yelkenler,
önceleri sazlardan örülerek veya deri parçaların birbirine dikilerek imal
edilmekteydi. Tarihte bilinen en eski yelken Mısır’da yetişen papirüs
bitkisinin liflerinin dokunması ile elde edilen, bir çeşit hasırdır.
Fenikelilerin (M.Ö 4000- M.Ö 64) ham iplikten dokunmuş yelkenler kullanıldığı
biliniyor. Bez yelkenlerin üretim teknolojisi asırlar boyunca çok az
değişikliğe uğrayarak günümüze kadar gelmiştir. Bugün hala birçok klasik yat,
mısır pamuğundan dokunmuş yelkenleri tercih etmektedir.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra tüm
yaşantımızın her köşesinde karşımıza çıkan çeşitli malzemelerle tanıştık.
Bunlardan biri olan ve dokuma sanayinde Dakron adı altında üretilen kumaşlar
bir anda tüm yelkenli teknelerin armalarında yerlerini aldılar. Eski bez
yelkenlerin olumsuzluklarına karşın dakron iplikli kumaşın sağlamlığı, suya
karşı olan direnci, ideal esnekliği ve renkliliği bu malzemeyi yelken
imalatının vazgeçilmez unsuru haline getirdi.
80’li yıllardan sonra uzay araçlarında
kullanılan ileri teknoloji sayesinde ortaya çıkan çeşitli sentetik malzemeler
ile karışmasından elde edilen yelkenlerde artık yarış yatlarının donanımlarında
yerlerini aldılar.
SALMA
Bir yelkenlinin rüzgara karşı
yürüyebilmesi, yelkenin icadından neredeyse günümüze kadar denizcilerin en
büyük hayali olmuştur. Günümüz teknolojisinin bu derece iler olmasına karşın
hala tam anlamıyla rüzgara karşı gidebilecek bir yelken sistemi bulunamamıştır.
Zaman zaman birtakım rüzgar türbinleri ile elde edilen güç, ait oldukları
teknelerin pervanelerine aktaran düzenekler denense de bunlar pek başarılı
olmamıştır.
Bilinen teknikle, yelkenlilerin rüzgara
karşı belli bir açı ile çıkabilmesi için kesinlikle karinasının altında bir
Salma taşıması gerekir. Bu küçük teknelerde ‘Hareketli Salma’ dediğimiz ahşap,
kompozit veya metal malzemeden imal edilmiş, gereğinde yukarı çekilebilen bir
levhadır. Birçok kişinin zannettiği gibi salma bir yelkenlinin dengesini
sağlayan bir parça değildir. Aksine yandan veya önden gelen rüzgarın etkisi ile
rüzgar altında kaymak isteyen teknenin altındaki suyu göğüsleyerek daha da
yatmasına yardımcı olur. Bu teknelerde denge, kişi veya kişilerin rüzgarın
geldiği tarafta yer alması ile ağırlıkları, denge merkezine teknenin rüzgar
üstüne taşıyarak rüzgarın yana yatırmak için zorladığı tekneyi dengeler. Aksi
halde, çekilen salma taşıyan bir yelkenlide şayet salma bir denge unsuru
olsaydı, ekibi denize düştüğünde tekne anında devrilmez, başını alır giderdi.
SABİT
SALMALAR VE SAFRA
Yelken tekneleri büyüdükçe onları kullanan
kişilerin ağırlıkları artık dengeyi sağlamaya yetmez. Bu görevi alt ucunda çeşitli
malzemeler kullanılarak imal edilmiş bir ağırlık (Balast) taşıyan, gövdenin
uzantısı olan sabit salmalar üstlenir. Çeşitli tipte ve şekilde imal edilen
salmalarda öncelikli olarak suya göre özgül ağırlığı çok yüksek olan kurşun
madeni tercih edilir. Fakat kurşun pahalı bir malzeme olduğundan ancak yarış
tekneleri veya bazı özel yatlar tarafından kullanılır. Genelde daha ekonomik olan
demirden dökülmüş çeşitli safralar, sabit omurgaların altından uzayan
salmaların ucuna yerleştirilir. Yelkenli teknenin işlevine göre, bazı salmalar
bütünüyle madenden dökülür. Zamanımızın ticari yelkenlilerinde, omurgaları
boyunca uzanan kalın saç malzemenin kıvrılması ile gerçekleştirilen salma
zarflarının içine safra olarak beton harcına karıştırılmış demir parçaları veya
ağır malzemeler yerleştirilir. Bu şekilde imal edilmiş salmalar, büyük yer
kapladıklarından, aynı hacimdeki suyun kaldırma kuvvetine karşı fazla etkin
olmazlar. Yük taşıyan yelkenli gemilerde omurganın içine yerleştirilen, sabit
olmayan safra ağırlıkları da vardır. Bunlar özellikle, gemilerin yük almadan
çıktıkları seyirlerde kullanılır.
Günümüz yarış yatlarında ağırlık faktörü
öne çıktığından salmalarındaki balast malzemesinin olabildiğince hafif tutup
dengeyi sağlayabilmek için rüzgar üstüne sıralanan yarışçıların ağırlıklarından
faydalanılmaktadır. Artık büyük yarış yatlarının bordalarına yerleştirilen,
oldukça hızlı biçimde dolup boşanan su tankları da bu görevi üstleniyorlar.
Ayrıca bu tip yelkenlilerde rüzgar üstüne doğru kalkabilen, hidrolik
mekanizmalı salmalar da kullanılmaya başlandı.
Bilindiği gibi bir tekne ne kadar
hafiflerse, karinasın suya karşı sürtünmesi o kadar azalır. Yani ıslak yüzey en
aza indirilmiş olur. Dolayısıyla da hızı yükselir. Hız faktörüne etken olan
diğer bir husus ise, teknenin su hattıdır. Bu hat ne kadar uzun olursa, hız da
o kadar artar.
Karinaların bir tür uzantısı sayılan
salmaların yanında, Hollanda’nın sığ sularında, kanallarında veya İngiltere
nehirlerinde sefer yapan, altları düz yelkenli tekneler, her iki bordasında
taşıdığı haraketli paletlerle yana kaymalarını önlerler.
RÜZGAR
Yelkeni etkileyen rüzgarın aslında iki
türü vardır.
1-Hakiki
Rüzgar
(Gerçek Rüzgar): Bu tip rüzgar demirli duran bir teknenin güvertesinde
otururken algıladığımız doğal rüzgardır.
2-Zahiri
Rüzgar (Göreceli
veya İzafi Rüzgar): Yelkenli bir tekne yürüdükten sonra algılanan, hızından
dolayı artan veya eksilen rüzgardır. Şayet teknemiz rüzgara karşı seyir
yapıyorsa bu rüzgarı kuvvetli algılarız. Rüzgar arkamızdan esiyorsa bunu fark
etmeyiz bile.
Zahiri rüzgar, gerçek rüzgar vektörleri
ile yelkenli teknenin hız vektörlerinin toplamından oluşur. Yelkenli bir
tekneyi yürüten işte bu güçtür. Özellikle rüzgara karşı (Orsa) seyirde,
teknenin performansına bağlı olarak zahiri rüzgar giderek artar. Karinanın
hidrodinamik formuna göre suda oluşan karşı direnç, yelkenli teknenin belli
hızda kalmasını sağlar.
Buna en güzel örnek katamaranların veya
rüzgar sörflerinin yandan aldıkları bir rüzgar bile orsa seyri yapmalarıdır.
Teknenin hızı arttıkça, zahiri rüzgarın açısı da gittikçe baş tarafa doğru
azalır.
Sürtünme katsayısının minimum olduğu buz
üzerinde kayan bir yelkenli, yaklaşık 10 deniz mili² hızla esen bir rüzgarla,
rahatlıkla 30 mil hıza erişebilmektedir. İşte bu, zahiri rüzgarın gittikçe
artan etkisidir.
SEYİRLER
Bir yelkenli teknenin rüzgar gücü ile
yaptığı seyirler genelde üç guruba ayrılır.
1-Orsa
Seyri: Rüzgara
karşı yapılan seyirdir. Her yelkenlinin ayrı bir performansı olduğundan,
rüzgara karşı çıkış açısı da teknelere göre değişir. Genelde 30° ile 45°
arasıdır. Tekneyi zorlayacak kadar rüzgar üstüne çıkıldığında bu seyre ‘Sıkı
Orsa’ adı verilir. Bir yelkenli tekne, göreceli rüzgarın en etkin olduğu orsa
seyrinde çok yan yatar diğer bir deyişle bayılır.
2-Apaz
Seyri: Yandan
alınan rüzgarlarla yapılan seyirdir. Rüzgar yönü orsaya doğru yükseldiğinde
‘Dar Apaz’ adını alır. Rüzgar, kıç tarafa yakın alınırsa bu sefer ‘Geniş Apaz’
olarak adlandırılır. Bu seyirde rüzgarın tüm yelkenlere dolması ile tekne
rahatlar ve en yüksek hızına kavuşur.
3-Pupa Seyri: Genelde arkadan gelen
rüzgarlarla yapılan seyirdir. Şayet rüzgar tam kıç taraftan geliyorsa, kıç
bodoslamasının üzerinde dümen palasını taşıyan metal parçaya ‘İğnecik’ adı
verildiğinden, buna da ‘Rüzgar İğnecikte’ denilir.
Geçmiş yüzyıllarda rüzgarı sadece arkadan,
biraz da yandan alarak gidebilen yelkenli tekneler, zaman içinde salmaların ve
yelken teknolojisini gelişmesi ile rüzgara karşı belli açılarda da yol almayı
başardılar. İsviçreli bir fizik ve matematik adamı olan Jacob Bernouilli (1655-1705), kendi adıyla anılan teorisinde
akışkan maddelerin belli bir yöne doğru hareket ederken geçtiği yüzeylerin
şekillerine göre çeşitli basınçlar oluşturduğunu ortaya atmıştır. Bu teoriye
göre, kıvrımlı bir yüzeyin üzerinden geçen hava akımı, tepe noktalarda alçak
basınç yaratarak emme gücü yaratır. Bernoulli’nin yaşadığı yıllarda ne havada
uçan uçaklar, ne de rüzgara karşı tırmana yelkenliler vardı. Fakat günümüzde
onun teorisi sonucu bir uçağın nasıl uçabildiğini, bir yelkenlinin nasıl
rüzgara karşı gidebildiğini anlıyoruz.
Yıllar sonra Manfred Curry (1899-1953) adlı Alman asıllı büyük yelkenci,
teknisyen ve teorisyenin Yacht Racing:
The Aerodynamics of Sails and Racing Tactics adlı eserinde, rüzgara karşı
yol alan bir yelkenliyi etkileyen gücün, yelkenlere dolan rüzgar değil de,
yelken yüzeyinin arkasında oluşan vakumun çekmesi ile oluştuğunu ispatlamıştır.
Pekiyi bu olay nasıl gerçekleşiyor ? Belli
bir açıdan rüzgarın etkisine giren yelkenin ön yüzeyinde yüksek basınç, arka
kısmında ise alçak basınç oluşur. Böylelikle rüzgar altındaki hava boşluğu,
yelkeni kendine doğru çeker. Meydan gelen bu vakum olayı, yelkenin şekline göre
çeşitli açılarda emiş yapar. Teknenin karinasında taşıdığı salma yüzeyinin suya
karşı yanal olarak yaptığı direnç, yandan gelen güç vektörlerini ortadan
kaldırır. Etken olarak, sadece yelken kıvrımının (Yelken Toru) ön tarafını
etkileyen vektörler serbest kalır. Böylece yelkenli tekne, salmaya yaslanarak
öne doğru kaymaya başlar. Unutulmamalıdır ki yelken yüzeyi dümdüz olan bir
tekne rüzgara karşı çok zor yol alır. Yelken yüzeyinin aerodinamik bir formda
olması esastır. Buna en güzel örnek, uçan bir kuşun veya bir uçak kanadının
şeklidir. Tabii arkadan gelen rüzgarlar için bu anlattıklarımız geçerli
değildir
TRAMOLA
Bir yelkenli teknede duyulan komutların en
başında gelir.
Rüzgarı bir taraftan (kontradan)
kullanarak yürüyen yelkenli teknenin, rüzgarı diğer taraftan alabilmek için
yaptığı dönme manevrasına (Tramola) adı verilir. Teknenin tramola atarak
yaptığı rota değişiklikleri ise ‘Volta’ olarak adlandırılır.
Tam rüzgara karşı yükselemeyen yelkenli
tekneler, volta atarak hedefledikleri noktaya ulaşabilirler. Sıkı orsa çıkan
bir yelkenlinin voltalarının arasındaki açı yana kayma faktörü ile yaklaşık
90°.
İki türlü tramola vardır. Birincisi:
Rüzgar üstüne yapılan manevra, buna ‘Orsa Tramola’ adı verilir. İkincisi ise
Pupadan gelen rüzgarla yapılan ‘Boci Tramola’ dır.
Bazı yerlerde, boci tramola yerine
‘Kavança’ deyiminin kullanıldığını duymaktayız. İki direkli bir yelkenli,
pupada iğnecik seyir yaparken ‘Ayı Bacağı’ adı verilen şekilde, yelkenlerini
her iki tarafa da açabilir. Yukarıda belirttiğimiz gibi ağır bir denizde yol
alan yelkenli, salınımdan ötürü yelkenlerinden biri kavança atıp, bumbası diğer
tarafa geçebilir. Bu kesinlikle bir tramola manevrası sayılamaz. Çünkü yelkenli
hala rotasında gidiyordur. Fakat boci tramolayla rotasını değiştirmeye karar
veren bir kaptan, mutlaka kavança atmaya mecburdur.
TAKİP EDİP YORUM YAPARSANIZ SEVİNİRİM SAĞLIKLA KALIN :)
İNSTAGRAM SAYFAM https://www.instagram.com/denizlerdendenizlere/
Yorumlar
Yorum Gönder